Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu Yazı Noter Huzurunda Onaylanmamış Bir Vasiyettir

                      Bu Yazı Noter Huzurunda Onaylanmamış Bir Vasiyettir   Alev topundan fırlayan et parçaları ile sıvadılar güneşi.Güneşsiz kalmış şehrin neresinde vurulacağım, bombalanacağım belli değil.    O gün geldiğinde , eğer bedenim bulunursa kara bir çukura atın beni. Yani öldüğüm o gün, tüm sokaklara  eşarplar bağlayın , sokaklarda  yaşamın ölüme karıştığı günleri anlatın. Şiirler okuyun, biranızı yudumlayın ve dans edin.Yan masadakilerle ağıtlar yakın... Doğan her çocuğa isim yerine rakam verin ve unutmayın beni !  Bu yazı noter huzurunda onaylanmamış bir vasiyettir, fakat hangi köşe başında ne zaman vurulacağım ve bombalanacağım belli değil. Affedin ölümün kol gezdiği sokaklardan yazıyorum size... Artık bir gerçek varsa o da , insanca yaşamın inşasını yapanları tek tek yok etmenin planlarını bu kepaze hayatta pratiğe geçirdikleridir !  Ya inatla yaşamı değiştireceğiz Barış'ı büyüteceğiz, birbirimizi sımsıkı kucaklayacağız, seveceğiz, kalbimizi sabunla yıkanm

Şeftali Bayramı

    Siyah Pelerinliler'in atları sürdüğü zamanlardı. Şafak sökmekte ve vapurlar iskeleye kelepçelenirken , biz pamuk şekerleri yüzümüze sürüyorduk. Sokaklar geceden kalma mide bulantılarına eşlik ediyordu. Betonların arasında büyüyen şeftali ağacına sarılıyorduk umutla. Kadife giysisinin altına sakladığı yumuşak, ekşi ile tatlıyı içinde barındıran şeftaliyi okşuyorduk parmak uçlarımızla...  Su şişelerini küllük olarak kullandığımız zamanlardı. Bir bitişin ardına sıraladığımız doğumları konuşuyorduk, pervasızca.  Bir gece kahve çekirdeğinden çıkan atlara binip gidiyorduk. Arkamızda Siyah Pelerinliler... Mahzenlere gizleniyorduk .  Mahzenler , kaosun gizlendiği gizli geçitlerdi.Bir kaç tanıdık yüze sarılıyorduk heyecanla. Heyecanımız dalından düşmeye korkan şeftali naifliğindeydi.  Bir gece mahzende şeftali doğruyordum çocuklara. Bir gümbürtü ile dağıldık etrafa. Tanıdık yüzlerin kaybolduğu, Siyah Pelerinliler'in at sürdüğü zamanlarda, koşuşan çocuklardık...  Sonra Rialto kö

PANAYIR SAATİ

                                                                                                                                 Panayır Saati      Gök maviye yakın , kızıldan bozma bir yavruağzı ile aydınlatıyor içimizi. İçimiz ölümler dehlizinden geçerken mücadele dolu bir acıyla yüklü. Bilinmeyenin kıyısında incelikle taşıdığımız kalbimiz orta yerinden çatlamakta. Çatlaktan sızan ''hü'' sesleri hücum ediyor sabaha. Gök asıldığı yerden kaçmaya hazırlanıyor.  Tersleşmiş başparmaklarıyla kendini Tanrı ilan eden Simülakrlar'ın  cehennemine meydan okuyor Uranos. Dur ihtarına uymuyor Uranos.  Tersleşmiş başparmaklarıyla kavradıkları silahlardan nizami bir ses yankılanıyor. Takıdı tak tak tak, takıdı tak tak , ta tak, taak tak !  Uranos rüzgarı alıyor göğsüne , dağlar boyunca koynunda saklıyor nizami seslerin içine sinmiş ''hü''leri .   Bir yankının içine siniyor tak taklar , rüzgarı hapsediyorlar dağların eteklerine. Dağlar dorukların

Yüzün Ruhsal Anatomisi

 1.Hikaye Yüzün Ruhsal Anatomisi Kafasında siyah köfur şapkasıyla,kareli açık mavi gömleği ve gömleğinin üzerinde siyah süveteriyle kombinlediği siyah pantolununun cebine sakladığı elleri ile merdivenin üçüncü basamağında durdu . Bir an iri açık kahve gözleriyle karşılaştım,göz bebeği neredeyse tüm irisini kapatacak kadar büyük ve simsiyahtı. Yüzü bir depremin habercisi olan  fay kırıkları ile doluydu. Fay kırıklarının arasından dereler,deltalar ve ormanlar fışkırıyordu.Everesti kıskandıracak kadar heybetli burnu, fay kırıklarının arasından yüzünü ikiye bölecekmiş gibi yukarıya doğru  girintili çıkıntılı yükseliyor , yükseldiği yerden alçalıyor ve biraz daha hafif bir eğimle oluşan iki büyük delikle karşılaşıyordum. Delikler kendi başına birer volkan gibiydiler  , her birinden etrafa saçılan lav ve tüfler insanı irkiyor ve insanı olduğu yerden kımıldatmamaya ikna ediyordu.   Kımıldamadan eğimden aşağıya emin adımlarla ilerlemeye başladım . Simsiyah bir lekeye doğru ilerlediğimi fa

Basınç Dalgaları'na Karşı , Çağdaş Sanat

                                                                                 Basınç Dalgaları'na Karşı , Çağdaş Sanat                                                                                                                        Sema YAYLA        Her yeni dönem kendisini yaratır ve bu yaratı içerisinde sanat , toplumsal değişimle birlikte kendi konumunu   belirler.  Bir dönemin açılıp diğerinin kapanması kuşkusuz o toplumda kültürel bir değişimle başlar. Ve her kültürel ortam, kendi sanatını yaratır; iyi-kötü, doğru-yanlış,ulusal-evrensel.Sanatı bu sosyo kültürel ortamdan soyutlayarak düşünmek söz konusu bile olamaz.Bu nedenle bir sanat eserini,disiplinler arası geçişi hangi eleştiri yöntemiyle irdelemek istersek isteyelim, önce onun yaratıldığı ortamı ele almamız gerekir. Bu bağlamda  18.yüzyıl'da üretilen sanat eserlerinin, 20. yüzyıl'da eleştirilmeye başlanması ve  ürettikleri sanat eseriyle bunu nasıl biçimsel bir temsile dönüştürdüğüne bakaca

Mekan ve Münevverler

                                                    Mekan ve Münevverler                                                            Sema Yayla          1- Mekan ve Kent   Lefebvre üç farklı mekan türünden söz etmektedir.Kentsel alanda doğal mekanın şehirleşme ile tükendiğini,buna karşın mekanın sistem tarafından yeniden üretildiğini belirtir.Somut mekan insanların kullanımına hizmet eden ve insanların günlük yaşamı ile zengileşen bir doğaya sahiptir. Soyut mekan ise sermayenin ve devletin mekanıdır.  Somut mekan olarak 1 Mayıs 1977 Taksim Meydanı belleklerimize kazınan önemli tarihlerden biridir. Daha sonraki dönemler, özellikle 70 sonrası yapılan lüks oteller ve mekanlarla Taksim Meydanı devletin ve sermayenin mekanı haline getirme çabaları ve bu çabalara karşı duruşlarla geçmiştir. Peki Taksim meydanı bir türlü paylaşılamama nedeni neydi ?  Bunun yanıtını Kapitalist Sistemin şehirleşmeye yüklediği anlama bakarak anlayabiliriz. David Harvey'e (2012) göre, ''

BADEM AĞACI DA SEVİLEBİLİRMİŞ

                                                   Islak ve soğuk bir akşamüstünde Ankara sokaklarına inmenin ince bir sızısını hissediyordum. Yürüdüğüm sokak tanıdık ve bir o kadar da yabancısı olduğum bir yer haline gelmişti. Her attığım adım tanıdık bir  yüze çarpıyor , fakat tanıdık bir yüzün deltalarında bırakılan çöplerin kokusu beni rahatsız ediyor ve bir an önce orayı terketmek istiyordum . Bir yüz bana göre deltalarında biriktirdiği çöplerle anlamsızlaşıyordu ve volkanlarından patlayan tüflerin ağırlığı kadar yok oluyordu. Irmaklarından sular akıyorsa o zaman anlamlaşıyor ve akan suyu bir kaba doldurarak içiyordum...  Bir süre tabanlarımda inleyen acıyla birlikte adımladım sokağı, daha sonra kırık bir kapının kolunu açarak izbe merdivenlerden iki kat çıktım. Çıktığım yer güneş tutulması etkisinde kalmış  loş bir duvardan başka bir şey değildi. Duvara doğru yürüdüğümde tanıdık,tanımadık,tanınmak istemeyen yüzlerle doluydu . Gözüme bir masa ilişti, masanın üzeri sigara külle

BALIĞIN AKLI

                   Sokak-ta,mezar-da,hastahane-de ,otobüs-te,deniz-de,ev-de,yatak-ta,mutfak-ta,beşik-te,gerdek-te,fabrika-da,bıçak sırtı-nda,ateş hattı-nda ,mahzenler-de .Yürüyen  kadınları görüyorum . O-rda,bu-rda,şu-rda...    Yürüdükleri yerler pamuktan yapılmış gibi , adım attıkları   yerler kovalarla dolu...Kovalar rengarenk,kovalar tertemiz,kovalar el değmemiş ...Kovaların üzerinde tek bir parmak izine rastlanmıyor ve kovalar devlet kontrolünde hijyende birinci seçiliyor.... Kovaların yanında büyük bir yığın var. O yığınların göz bebekleri donuk , solungaçları kıpırdamıyor, kuyrukları katılaşmış ve bedenleri kaygan balıklar. Balıklar kokmuş,balıklar küflenmiş,balıklar çürümekte ...Balıklar pamukları kirletmiş. Pamuk eskisi gibi kırılgan değil artık, pamuk eskisi kadar pembe değil, pamuk kir ve pas içinde adımlara yapışıyor.Pamuk  cenin için hazırlanmış saydam bir anne  edasında .  Kadınlar  adımlıyor,adımladıkça ayaklarında pamuk,balık,kova ... Balıklardan kovalarca adım dök

KOLLUK KUVVETLERİ GÖREV BAŞINDA

                                            Her kim şimdide , şimdiyle kalmak istiyorsa,lütfen onun ince gergin cilasını çatlatmasın. Aksi halde , deneyimsiz mucize yaratıcısı,artık suyun üstünde yürümeyip, boş boş bakan balıklar arasında dimdik dibi boylarken bulur kendini.              Vladımır Nabokov           Burger King’de müşteriden artan patatesleri alan Suriye'li  bir çocuğun şube müdürünün saldırısına uğrayarak  kanlar içinde kaldığı kareler sosyal medyaya bomba gibi düşerken , Burger King şiddet uygulayan müdürün  işine son verdiğine yönelik açıklama yaptı  ...  Bunun üzerine  vicdanım tek ve beynim ikiye bölünmüş halde kenardan paylaşımları izledim.   Paylaşımlar ; bir çocuğun aç olduğu, bir Suriye'li çocuğun aç olduğu, bir çocuğun dayak yediği, bir Suriye'li çocuğun dayak yediği, Suriye'li aç bir çocuğun müşteriden kalan patatesleri yemek istemesiyle birlikte dayak yediği, çocuğu döven büyük bir şirket olan Burger King'in özür dile

Aydınlatma Gazı

                                                 Aydınlatma Gazı       Bu bir başlık mı yani !      Düşün bulursun...    Sonunda yere dökülür istek,ama doğası gereği, giderek artan bir hızla,yansısal olarak yukarı doğru zıplar.Her pul bir hamle eleğin deliklerinden geçmeye çalışır.Ve geçer geçmez de pompanın emişine kapılır.İki buçuk metre genişliğinde; istediğin destanı ,peri masalı , mekanik bir bale... Burada ateş etmek yasaktır ekşi sos en yüksek derecesine kendiliğinden ulaşır.Menekşenin kara tereyağlı bir gözü vardır, bir sarı kı zartma martı cesedinin çevresinde yeşil balıklar onunla ağlar hıçkıra hıçkıra. Sağa ve sola.Sola ve sağa.Bir iki,bir iki,bir iki , bir ses gözde eşelenmekte. Çevrik sözcükler,sözcük oyunları ve eğretilemeler ezoterik yazılar içinde sık görülürler.Her zaman , simyasal sanat müritleri sözcük veya harf oyunları aracılığıyla eğitimlerinin anlamını kendilerinden olmayanlardan gizlemek için simgesel ve allegorik bir dil kullanmışlardır.Bir nevi sözcük bü