Ana içeriğe atla

BADEM AĞACI DA SEVİLEBİLİRMİŞ

   
                                           

   Islak ve soğuk bir akşamüstünde Ankara sokaklarına inmenin ince bir sızısını hissediyordum. Yürüdüğüm sokak tanıdık ve bir o kadar da yabancısı olduğum bir yer haline gelmişti. Her attığım adım tanıdık bir  yüze çarpıyor , fakat tanıdık bir yüzün deltalarında bırakılan çöplerin kokusu beni rahatsız ediyor ve bir an önce orayı terketmek istiyordum . Bir yüz bana göre deltalarında biriktirdiği çöplerle anlamsızlaşıyordu ve volkanlarından patlayan tüflerin ağırlığı kadar yok oluyordu. Irmaklarından sular akıyorsa o zaman anlamlaşıyor ve akan suyu bir kaba doldurarak içiyordum...
 Bir süre tabanlarımda inleyen acıyla birlikte adımladım sokağı, daha sonra kırık bir kapının kolunu açarak izbe merdivenlerden iki kat çıktım. Çıktığım yer güneş tutulması etkisinde kalmış  loş bir duvardan başka bir şey değildi. Duvara doğru yürüdüğümde tanıdık,tanımadık,tanınmak istemeyen yüzlerle doluydu . Gözüme bir masa ilişti, masanın üzeri sigara külleriyle kaplanmış ve kirli bir çay bardağına ev sahipliği yapıyordu. İncecik bir çizgiyi geçiyormuş edasıyla ilerledim masaya, masaya dokundum ve sırtımı dönerek geldiğim kapıdan dışarıya çıktım. Bir sağa bir sola bakıyor ve beynimden geçen imgeleri sokaklara yerleştiriyordum. Büyük bir adım attım ve sokağın sonuna ulaştım. Sokak sonu bir börekçi gördüm. Bu börekçi benim beş yıldır gittiğim ve her bir köşesini beynimin derinliklerine kazıdığım bir yerdi. İçeriye bir göz attım, herkes tanımamış olduğum yüzlerin yansımasıydı. Biraz daha karıştırdım mekanı ve köşede bembeyaz saçlarını arkadan toplayıp sola doğru döndürerek yaptığı topuzuyla,ince dar ve çerçevesiz gözlüğüyle ,yüzünde sayamayacağım kadar ırmakları akan,gözleri birer oltu taşı gibi parlak ve gizemli ,dudakları biraz sonra masayı terk edecekmiş gibi gergin ve tedirgin,boynu yüzünden akan ırmakları dolduran ve oradan aşağıya doğru akan şelalenin yatağı ve titreyen elleri vücudunun en küçük parçası ve ırmağın denize ulaştığı yer olan ve ismini asla öğrenemediğim kadın oturuyordu.
 Börekçiden bir adım attım ve oltu taşı gözleriyle beni süzdüğünü ve tanıdığını farkettiğim kadına doğru ilerledim.
- Merhaba, beni tanıdınız mı ? diyerek yanında boş duran masaya oturup ellerimi bir sağa bir sola masa üzerinde gezdirdim.
Beni tanımasını çok istiyordum. Çünkü onunla geçen aylarda denk gelmiştik oturduğu masada. Her zaman tek gelirdi börekçiye, her daim köşeden ikinci sırada iki kişi için hazırlanmış kahverengi kare masaya oturur önce bir çay söyler sonra da açmasını isterdi. Titreyen elleriyle masada duran şekerliğe uzanır  ve bir adet şekeri sol eline alır , sağ eliyle çay bardağına dokunarak içerisinde duran kaşığı çıkararak sol elinde duran şekerin üzerine kaşıkta kalan son çay damlasını damlatır daha sonra kaşığı masaya bırakarak şekeri ıslanmış olan yerinden ikiye bölerdi.Şekerin bir parçasını ağzına atar ve diğer parçasını çayına koyardı. Açmasını hep çocuklar gibi yerdi. Açmasına büyük bir ilgi ile yaklaşır ve ilk önce açmanın kıtır,susamlı ve yumurta ile kaplı olan üst kısmını kemirirdi. Açmadan geriye içindeki bembeyaz hamur kalırdı. Kalan hamurlu kısmı önce yüz parçaya böler daha sonra bir kaç parça yedikten sonra sigarasını yakarak sokakta dolaşan yansımaları izlerdi.
 Bir gün yine o çayını ve açmasını söylemiş daha sonra sigara yakmak için paketine uzanmıştı. Paketine uzanıp bir sigara çıkardı ve çantasının derinliklerine inerek bir şeyler aradı. Ben onun masasının hemen yanında oturuyor elimde içmek için söylediğim ama bir türlü içemediğim çayla  onu dikkatli bir şekilde gözetliyordum. Tam o sırada bana döndü ve göz göze geldik. Ben yaramazlık yapan bir çocuk edasıyla başımı yere eğdim . Onu gözetliyor olmaktan ve yakalandığımdan  kaynaklı kırmızıdan ,bordoya dönen rengimle çayın içerisine girip boğulmak istedim. O anda bir ses işittim. Tiz ve saygı dolu ses kadının biraz sonra kalkıp gidecek kadar gergin olan dudaklarından çıkıyordu.
Kadın
-Rahatsız ediyorum,çakmağınız var mı acaba?
Ben
-Elbette ,buyrun...
Çakmağı veriyorum ve bu sefer daha dikkatli bir şekilde kadını izlemeye devam ediyorum. İzlerken bir kaç defa yakalanıyor ve en sonunda utanarak masada duran kitabımı açıp onu okumaya çalışıyorum.
Kitap sanat akımlarını anlatıyordu.Akımdan başka bir sanat akımına kayıyor.Akımların içerisinden sanatçıları çıkararak örneklerini gösteriyordu. Sonunda kitaba ilgimi verebilmiş ve okumaya başlamıştım.
O sırada kadın bana pardon bir şey daha sorabilir miyim ? diyor.
Elbette buyrun diyorum.
Okuduğunuz kitap ilgimi çekti, acaba sanatla olan ilginiz nereden geliyor ?  diyor.
Evet ,resim yapıyorum diyorum.
Daha sonra sanat hakkında konuşmaya başlıyoruz. Bu kadın beni etkilemeye devam ediyor, çünkü söylediği bilgiler beni meraklandırıyor ve onun ne olduğu hakkında tahminde bulunmaya çalışıyorum. Ne iş yaptığını soracak bir vakit kalmıyor ve müsaade isteyerek ayağa kalkıyor. Memnnun oldum, umarım görüşürüz diyebiliyorum. Tam masadan ayrılırken kendisinin   resim bölümünden mezun olmuş ve daha sonra babasını kaybettiği için sınıf öğretmeni olarak bir köye atanmış olduğunu ve 40 yıldır resim yapmadığını  söylüyor. Söylerken gözleri doluyor,doluyor ve hoşçakalın diyerek kapıdan çıkıyor...
 Şimdi ise bu hikayenin devamını getirme şansım oluyor.
Masaya otururken sormuş olduğum sorunun yanıtı , elbette tanıdım sizi diyor.
Yine önünde çayı,üstü kemirilmiş açması ,sigara paketi ve gazetesi duruyor. Buyrun lütfen masama diyorum. Kadın gülümseyerek masada duran eşyalarını topluyor ve karşıma oturuyor.
Heyecandan kalbim yerinden çıkacakmış gibi. Aklıma kadının neden hep tek geldiği,neden hep açma kemirdiği,neden hep şekere çay damlattığı,neden hep oltu taşı gözlerinin nemli olduğu geliyor. Kafamın içerisine hücum eden soruları bir kenara bırakıp nasıl olduğunu soruyorum.
Kadın hiç iyi olmadığını söylüyor şekerine çay damlatırken.Gözlerimi açıp gözlerine dikkatle bakıyorum. Evet bu sefer dudakları kalkıp gidecekmiş gibi değil,oturup kalacakmış gibi duruyor.Ve anlatmaya başlıyor. Ne kadar sevgisiziz , şu insanları izliyorum her geldiğimde ; hepsi gülümser halde yanlarındaki insanla konuşuyor ve o gördüğüm insanları bir daha birbirinin yanında görmüyorum. Ne kadar acı bir şey her seferinde yeni bir insanla olmak ve tanıdığın insanı bir daha tanımamak.Ne kadar acı içimizde olan sevginin yitmesi ve devamlı sevgi aramak. Geçen gün bir arkadaşım ''eskisi gibi dostluk kalmadı'' diyor.Ve ona sen benim arkadaşımsın hatta dostumsun fakat ilişkiler tek taraflı olmuyor, her daim sevginin emek istediğini söyleriz.Peki bana söyler misin dostluk için ne emek verdin. Geçen gün telefonun çaldı arayan bir arkadaşındı ve senin gelmeni istedi. Sen ise meşgul olduğunu gelemeyeceğini söylüyordun.Peki söyler misin, kahveni bırakıp neden gitmedin diyorum. Arkadaşının canı sıkkın olduğunu ve onu dinlemek istemediğini ve üzüntülü olaylar içerisinde yer almak istemediğini söylüyor bana. Ve sonra benim gözlerime bakarak , sana hiç olmadı mı ? Bir gün cidden canın sıkkın ve bir dostunu arıyorsun, o ise alışveriş yapıyor ama sana gelemeyeceğini söyleyip kapatıyor. Ne hissedersin? Peki sen yapmadın mı diyor bana.
Gözlerim yuvalarından fırlayacakmışcasına açılıyor ve evet evet haklısınız diyorum. Yani kızım sözün özü, kendimizden başka kimseyi sokmadığımız hayatımızı sevgisizlik ve ilgisizlikle dolduruyoruz. İşte her zaman buraya gelip bunları düşünürüm. Ama insan bir badem ağacını da sevebilir, sevgi o kadar büyük ve güçlü ki bizi hayatta tutan tek şey diyebiliriz.İnsan badem ağacını neden sevmez?
  Son zamanlarda intihar haberleri,tecavüz haberleri,faşist saldırıları okuyorum ve inan bu haberleri okuduğumda bu dünyanın nasıl bu hale gelebildigine aklım ermiyor.Ermiyor ama   Kapitalizm'in ruhumuzu da satın aldığı gerçeği çıkıyor buradan.Satın alınan ruhlarımızı geri almamak için nedenler sinsilesi oluşturuyoruz ve bir daha kaybettiğimiz benliğimizi aramıyoruz. İşte burayı anlamıyorum, neden insan kendini aramaz?
 Neyse biraz sen bahset kendinden diyor. Ben de söylediklerinnin son zamanlarda içimde o kadar büyük yer kapladığını ve ne yapacağımı bilmediğimden bahsediyorum. Aklımın bir tarafı doğaya git diyor, bir tarafı kal ve insanları tanımaya devam et diyor. Hatta o kadar ki gidip Tibet'e yerleşmek istiyorum diyorum.
Neden Tibet?
 Tibet'te yaşam ilgimi çekiyor. Bir orman içerisinde yaşayıp , kendinin öz benliğine ulaşma fikri beni meraka sürüklüyor. Belki kendi içimde yaptığım yolculukta , nereye saklandığını bilmediğim sevgiyi bulurum diyorum. Sonra gerçeğe dönüyorum ve düşüncem yok oluyor.
Kadın bana, evet bu çok ilginç olabilir.Aslında aradığın bir inanış diyor. İnsan inanmadan hayatta kalamıyor ve boğulma hissiyatı ile nefes alacağı bir alan arıyor.
Aslında evet , bir şeye inanmak istiyorum. Bu şey ise tamamen insanlığın ilk yeri olmalı diyorum,doğa. Doğaya dönmek ki şuan böyle bir doğa kalmadı diye düşünüyorum. Varolan ve korumamız gereken doğaya dönmek ve yeniden kendimizi yaratmak ...diyorum
Kadın bana kızıl sakallı bir arkadaşından bahsetmeye başlıyor. Geçen hafta kızıl sakkallı bir arkadaşımla buraya geldik ve bu konulardan konuşttuk. O kızıl sakallı arkadaşım 72 yaşında eski bir devrimcidir, şimdi ise kendisine sadece Cimbomluyum diyor. Ben ait olduğum bir renk bile göremiyorum dediğimde ise aklında olan her şey dökülüyor. Aslında Cimbomlu'yum dediğime bakma , ben de bir kayboluş içerisindeyim. İnancımın bittiği ve insanları uzaktan gözlemlediğim yerde koca bir kaos görüyorum. İnanmak ve uğruna mücadele etmek harika bir duygu,  eğer bir kere inancın sarsılırsa asla inanamıyorsun. Şuan bir şeye inanmayı çok isterdim, belki de inanmam gereken insanların kaybettiği duyguları bulacağı bir ana inanmaktır. Belki bir gün bilincimiz sıçar, evet evet ben bilinç sıçramasına inanıyorum diyor bana.
Kadının hikayesini dikkatle dinliyordum. Bilinç sıçraması da neydi?
Kadın anlatmaya devam ediyor.Kızıl sakallı arkadaşım bilinç sıçramasına inanmayı onu rahatlattığını söylüyor. Tabi ben bu konuda onu sadece anlamaya çalışıyorum ve inanmak istediği bir şey bulduğu için mutlu oluyorum  diyor.  (Daha sonra bilinç sıçraması konusunda bilgi toplamaya çalışıyorum fakat kayda değer bir bilgi bulamıyorum)
 Bu sırada üçer çay içiyoruz ve dördüncüyü istiyoruz. Kadın açmasını yarım bırakıyor ve konuşmaya devam ediyor.
  Bir insanı sevmem için bir neden olmasına gerek yok, sadece cümleleri yan yana dizdiğinde samimi olsun yeter. O kişinin hayal dünyasında yaşaması,o insanın karamsar olması, o insanın kendi içinde yok olması beni ilgilendirmiyor. Ama kimi sevsem o kişi benim dikkate almadığım şeyleri dikkate alarak hiç beni sevmiyor. Bu konuyla ilgili bir kitap önermek isterdim sana fakat son iki yıldır unutkanlıklarım çok arttı ,inan hatırlayamıyorum. Ama bir defa daha karşılaşırsak ve ben unutmadan kitabı defterime not edersem veririm sana diyor. Ve ben gülümseyerek tabi ki diyorum.
 Bu arada resim bölümünden mezun olduğunuzu ve daha sonra bir köye atandığınızı söylemiştiniz diyorum.
Evet ben hayatım boyunca hep resim yapma aşkı ile dolu oldum. Duyumsadığım her şeyi boyaya aktarmayı ve orada yaşatmayı seviyordum. Ailemin durumu kötü olmasına rağmen beni Güzel Sanatlar'a gönderdiler daha sonra ben son sınıftayken babam vefat etti. Babamın vefatından sonra gerçeklerle karşılaşmıştım, annem rahatsızlığından çalışamıyor ve ben ona bakmak zorundaydım. Başka kardeşim de yoktu. Son sınıfta hem okudum, hem çalıştım. Okul bittikten sonra sınava girdim ve Çorum'un bir köyüne sınıf öğretmeni olarak tayinim çıktı. Öğretmenliğe 18 yaşında başladım ve ilk yıl büyük bir bunalım yaşadım. Hiç okula gitmek istemiyor ve öğretmenlik yapmak istemiyordum. Daha sonra çocuklarla tiyatro klübü kurduk ve tiyatro oynamaya başladık.Artık resimlerimi tek başıma yapmıyordum , hep çocuklarımla birlikte yapıyordum. 40 yıl boyunca öğretmenlik yaptım ama artık tek başıma resim yapmıyordum. En acısı bu oldu , şimdi ise arada sergileri geziyorum ve büyük bir acı hissediyorum kalbimde. Son bir yıldır ise sergilere gitmiyorum. Her gittiğimde hissettiğim acıyı sana anlatamam.
Bunları anlatırken oltu taşı gözleri yine dolmuştu.
Bence yeniden başlamalısınız resim yapmaya diyorum. O da bana ellerini uzatarak , bu eller fırça tutmayalı bir hayli yıl oldu şimdi ise tutamayacak kadar titriyor dedi. Bu sözün üzerine boğazım düğümlenmiş ve düğümü çözmek için çay yudumluyordum.
Daha sonra saatime baktım, üç saat çok çabuk geçmişti. Artık kalkmam gerektiğini söylüyorum.O da saate bakıp , bende kalksam iyi olacak evde annem var ve yataktan kalkamıyor  .Çoğu zaman bana anlattığı hikayelerini tekrar tekrar anlatıyor, gidip dinlediğim hikayeleri tekrar dinlemem gerekiyor diyor. Börekçiden çıkıyoruz ve ellerimizi sıkıp görüşmek üzere diyoruz.
Daha sonra ikimiz de aynı yöne dönüyoruz,Bir süre sessiz yürüyoruz, daha sonra otobüse bineceğim durağa geliyorum. Görüşürüz diyorum, görüşürüz diyor.
Ben otobüse biniyorum,  badem ağacını seven kadın da yağmurda kayboluyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PANAYIR SAATİ

                                                                                                                                 Panayır Saati      Gök maviye yakın , kızıldan bozma bir yavruağzı ile aydınlatıyor içimizi. İçimiz ölümler dehlizinden geçerken mücadele dolu bir acıyla yüklü. Bilinmeyenin kıyısında incelikle taşıdığımız kalbimiz orta yerinden çatlamakta. Çatlaktan sızan ''hü'' sesleri hücum ediyor sabaha. Gök asıldığı yerden kaçmaya hazırlanıyor.  Tersleşmiş başparmaklarıyla kendini Tanrı ilan eden Simülakrlar'ın  cehennemine meydan okuyor Uranos. Dur ihtarına uymuyor Uranos.  Tersleşmiş başparmaklarıyla kavradıkları silahlardan nizami bir ses yankılanıyor. Takıdı tak tak tak, takıdı tak tak , ta tak, taak tak !  Uranos rüzgarı alıyor göğsüne , dağlar boyunca koynunda saklıyor nizami seslerin içine sinmiş ''hü''leri .   Bir yankının içine siniyor tak taklar , rüzgarı hapsediyorlar dağların eteklerine. Dağlar dorukların

NEYİN PARÇASI OLDUĞUMUZU BİLİYORUZ BİLDİRİSİ

         Bizim için; bol direnişli,bol koşmalı,bol gözaltılı,bol hapishaneli,bol ölümlü,bol talcidli,bol limonlu,bol ağlamalı,bol gülmeli,bol sevdalı,bol ayrılıklı,bol dizeli,bol pankartlı,bol sloganlı,bol dayanışmalı ,bol sapanlı,bol mahkemeli yıllar oldu. Onlar için; bol kutulu,bol kanlı , bol çalmalı, bol yalanlı,bol kesmeli,bol camili,bol saraylı  yıllar oldu.  Bizim için; bol umutlu,bol baretli, bol kömürlü, bol ağrılı,bol anneli,bol çocuklu,bol ağaçlı,bol zeytinli ,bol baskınlı,bol boyalı yıllar oldu Onlar için; bol kutulu,bol kanlı , bol çalmalı, bol yalanlı,bol kesmeli,bol camili,bol saraylı  yıllar oldu. Bizim için; bol alkollü,bol halaylı,bol horonlu, bol çadırlı,bol barikatlı ,bol tazyikli,bol kardeşli, bol aşklı,bol sarılmalı,bol yaralanmalı,bol sınavlı,bol bildirili,bol manşetli ,bol madenli, bol kırmızı kartlı yıllar oldu Onlar için; bol kutulu,bol kanlı , bol çalmalı, bol yalanlı,bol kesmeli,bol camili,bol saraylı  yıllar oldu. Bizim için; bol kedili, bol

SİSTEM MELANKOLİKLERİ

                                        ''Gökkuşağı gibi duygulu şiir, ancak karanlık bir temelden çıkarılır, bu yüzdendir ki, dehasına şairin, melankolik ögeler katılır . '' Gothe     Bugünlerde bir melankoli dalgası alıp vuruyor bizi bilmediğimiz kıyılara, örneğin bir halk düşse yere üşeniyor almaya melankolikliğinden. Yada bir kedi ölüyor olsa  karşısında , görmezden geliyor melankoli kafalarında.... Ihlamur ve Ben      Bu melankoli günlerinde  onu tanımaya ihtiyacımız olduğundandır bu yazım.  Tarihte Melankoli      Homeros destanında  ilk melankolik kişiyi görüyoruz. Bu kişi Camus'a göre tanrılar tarafından lanetlenen ve cezalandırılan ilk insan  Sisyphos'un torunu , Bellerophontes 'tir. Ayrıca , Troya savaşlarının ünlü komutanlarından Aias, sonu intiharla biten melankolik kişiliğin ilk örneklerindendir.  Melankoli üzerine ilk kapsamlı çalışma günümüzden iki bin dört yüz yıl kadar önce, Antikçağ,Kos Adası Tıp Okulu'nd